12.11.2009 Ayten Güvenkaya Haber Referans Gazetesi
Yüksek üretim ve işçilik maliyetlerinin yanında küresel krizin de etkisiyle ihracatı düşüşe geçen ve çok sayıda işletmesi kapanan tekstil ve hazırgiyim sektörü, ihtiyacı olan destekleri almak için "tek ses" haline geliyor.
Son dönemde intihar ve dev işletmelerin kapanmasıyla gündeme gelen Denizli'de bir araya gelen sektörün önde gelen temsilcileri, Ulusal Tekstil, Hazırgiyim ve Deri Konseyi oluşturarak ortak hedeflerini "tek söylemli ulusal strateji" şeklinde açıklama kararı aldı. İstanbul Hazırgiyim ve Konfeksiyon İhracatçıları Birliği (İHKİB) Başkanı Hikmet Tanrıverdi, "Sektörde yeni iş fırsatlarının yaratılması tek ve ortak bir söylemle mümkün. Sektör böylece, bundan böyle sürdürülebilir istihdam, üretim ve ihracat hedeflerine samimi ve gerçekçi dayanışma ile odaklanabilecek" dedi.
2023'te 100 milyar dolara ulaşacağız
İHKİB ve Türkiye Giyim Sanayicileri Derneği (TGSD) temsilcileri, sektörün duayen şirketlerinden Deba'nın üretimi durdurması ve Funika Tekstil Başkanı Nuri Sözkesen'in intiharı ile gündeme gelen Denizli'de dün yaptıkları "ortak akıl" toplantısında sektör sorunlarını masaya yatırdı. Sektör temsilcileri toplantıda, bundan böyle tek söylemli ulusal strateji geliştirme kararı aldı. Bunun için Ulusal Tekstil, Hazırgiyim ve Deri Konseyi oluşturacak olan sektör, 2010 yılında yapacağı çalışmalara da bu oluşumla yön vermeyi planlıyor.
İHKİB Başkanı Hikmet Tanrıverdi, Atatürk'ün 1937'de Nazilli basma fabrikasında söylediği ‘Her fabrika bir kaledir' sözünden hareketle sektörde fabrikaların bacasının tütmesinin öncelikli hedef olduğunu söyledi. Tanrıverdi, "Toplantıda kamu yönetimi ve sektörün kendi içerisinde yapması gerekenleri tespit ettik. Bu konudaki çalışmanın oluşturulacak ulusal konseyde daha önce hazırlanan çalışmaların ışığında tüm sektör ve bölge temsilcilerinin katılımıyla tek ses olarak kamuoyu ile paylaşılması kararlaştırıldı. Konseyde tüm tarafların yer almasını hedefliyoruz. Bugüne kadar enerji, işçilik maliyetleri gibi konularda sorunlarımız teker teker dile getirdik fakat bir sonuç alamadık. Bu yüzden bundan sonraki süreçte konsey aracılığıyla sesimizi duyuracağız ve 2023'te hedeflenen 100 milyar dolarlık sektör ihracatına ulaşacağız" dedi. Bürokratik ve siyasi otoritenin de sektöre sahip çıkması gerektiğini dile getiren Tanrıverdi, "Denizli gibi tekstil kültürü, geleneği ve becerisi olan bölgeler mutlaka yaşamlarını sürdürebilecekleri desteklerle kısa zamanda beslenmeli, yatırım ve işi yapma hevesi yeniden canlandırılmalıdır" açıklamasında bulundu.
İhracatla ilgili ciddi adım atılmadı
İstanbul Tekstil ve Hammadde İhracatçıları Birliği (İTHİB) Başkanı İsmail Gülle, 2001 krizinden sonra sektör temsilcileri ile hükümetin sektör sorunları üzerine pek çok defa bir araya geldiğini belirterek, "Bir takım düzenlemeler yapıldı ancak sektörün beklediği, üretim ve ihracatla ilgili çok ciddi bir adım atılmadı. Sorunlar çözülmüş olsaydı biz şu anda burada oturuyor olmazdık" diye konuştu. Sektörün sorunların çözümünü anlayışla beklediğini ifade eden Gülle, "Biz iyileştirmeleri beklerken maalesef enerjide sürekli zamlar oluyor. Bugünkü rekabet ortamında bizim mücadelemizi oldukça etkiliyor" açıklamasında bulundu.
TGSD Başkanı Ahmet Nakkaş ise sektör içinde tek sesliliği ortaya koyacak bir konseyin hedefe dönük etkili olabileceğinin altını çizerek, "Dünya şartları Türkiye'yi buna mecbur ediyor. Yeni değişimdeki rolümüzü, bakış açılarımızı yenilemez zorundayız" diye konuştu.
TOBB Hazırgiyim Meclis Başkanı Umut Oran da Türkiye'nin ekonomik verilerinin ortada olduğunu belirterek, "Türkiye ve dünyadaki gelişmeler çerçevesinde ortak akıldan yeni bir akıl çıkartarak sektörün ülkeye istihdam, yatırım, ihracat ve kalkınma katkılarının artması için çalışacağız" dedi.
30 Kasım 2009 Pazartesi
Tekstil ve hazırgiyim, geride kalanlar için 'tek ses' olacak
İhracatta rekabetçi olabilmek ve tekstil sektörü
16.11.2009 Şevket Sürek Referans Gazetesi
Geçen hafta, aynı sektörde, aynı günde, aynı gazetelerde iki farklı haber çıktı.
Gazetelerin neredeyse tamamı bu iki haberi aynı sayfada yan yana kullanmışlardı.
Aynı sektör dediğim sektör tekstil sektörüydü.
Haberleri ilginç kılan ise birinin biraz iyice, diğerinin kötü olmasıydı.
Usul iyi haberden başlamak olduğundan ben de öyle yapayım.
İyi denilen haber bana göre pek iyi bir haber değil aslında. Ama araştırmacılar ve gazeteler öyle görmek istemişler.
Sektörel Dernekler Federasyonu (SEDEFET) ve TUSİAD ile Sabancı Üniversitesi Rekabet Forumu (REF) 5'inci Rekabet Kongresi kapsamında, Türkiye'nin dış ticaretteki gücünü kıyaslamışlar.
Çok ilginçtir, tekstil sektörü dış pazarlarda rekabetçi bulunmuş.
Daha da ilginci rekabette tekstil de Çin'e fark atmış, hazırgiyim ve konfeksiyonda Fas ve Ürdün'ün arkasında nal toplamışız.
Edinilen bilgilere göre bu araştırma, "Belli bir sektörün ihracatının ülke ihracatı içerisindeki payının, o sektörün dünyadaki ihracatının dünya toplam ihracatındaki payına oranlanarak yapılmış ve 1995 ila 2007 gibi 12 yıllık uzun bir dönemini kapsamış".
Araştırmanın yapıldığı dönem tekstil, hazırgiyim ve konfeksiyon sektörünün ağırlıklı yatırım yaptığı dönem. 1995-2005 dönemi Çin'in pazarlarımızda henüz aktif olmadığı dönem. Bu dönemde rekabetçilik anlamında doğal olarak Türkiye avantajlı görülebilir. Ama ölçek ekonomisi dikkate alınsaydı bu avantajı kaybolabilirdi. Fas ve Tunus'un ağırlıklı olarak Avrupa'nın fasonculuğuna soyunduğu dönem ve Ürdün ise İsrail'in "Nitelikli sanayi bölgesinin" oluşturulduğu ve özellikle ABD'ye gümrüksüz, kotasız ihracat yapılan bir dönem. Avrupa'nın tekstil ve konfeksiyondan çıkarak daha çok ithalatçı konuma geldiği ve yıllar içerisinde giderek Çin'den yana ithal eğilimi gösterdiği bir dönem. Türk tekstil, hazırgiyim ve konfeksiyon ihracatının Avrupa pazarına giderek arttığı ama bu artışa rağmen Avrupa'daki payının düşmeye başladığı bir dönem. Bu dönemde bu sektörün tek rekabet avantajı hızlı sevkıyatta gösterdiği başarıdır.
Bu detaylara girmez de sadece istatistiki verilerden yola çıkılırsa ortaya iyi habermiş gibi görünen bir tablo çıkabilir. "Tekstilde fark attık, rekabet gücümüz yüksek" türünde haberler yapılarak kamuoyu nezdinde yanıltıcı bir sonuca varılabilir.
Ayrıca 1995-2007 dönemi, gelmiş geçmiş bir dönem. Böyle bir dönem neden mercek altına alınır da rekabet gücü araştırılır, onu da anlayabilmek mümkün değildir tabii.
Bu habere bakarak birçok kimse tekstil ve konfeksiyon sektörünün iyi durumda olduğunu sanabilir.
Sanılmakla kalınmaz, "Bu adamlar ağlıyorlar, devamlı şikâyet ediyorlar ama bakın işleri kıyak, dış pazarlarda rekabet edebiliyorlar" türünde kamuoyu tepkisi de alınabilir.
Dediğim gibi bu haber bana göre pek iyi bir haber değil, aktüel hiç değil ama araştırmacılar böyle sunma ihtiyacı duymuşlar, basınımız da onların sunduğu şekilde yorum katmadan kullanmış.
Kötü haber olarak nitelendirdiğim ikinci haberin yukarıdaki haberi tekzip eden bir yanı var.
Haber şu:
"Tekstil ve hazırgiyimciler geride kalanları kurtarmak için özel konsey kuruyorlar."
Bu haber hemen her gazetede benzer başlıklarla verilmiş.
İHKİB, İTHİB, TGSD ve TOBB Hazırgiyim ve Konfeksiyon Meclisi başkanları zor günler geçirmekte olan Denizli bölgesini ziyaret etmişler, oradaki tekstilci işadamlarının yanlarında olduklarını göstermek istemişler ve bu istekten yola çıkarak "Geride kalanları kurtarmak" amaçlı bir de konsey oluşturmuşlar.
Birinci haberin rekabetçi olarak sunduğu tekstil, hazırgiyim ve konfeksiyon sektörlerinin başkanları Denizli'de zor durumda olan sektör mensuplarına destek için oradalar. Orada bulunmalarının ortak paydası "Onları zor durumdan kurtarmak". Tabii kurtarmak fiili devreye girince şu soruyu sormadan edemiyorum:
Ee, hani bu sektör rekabetçiydi?
Hani, dış pazarlarda kimse Türk tekstilcileriyle baş edemiyordu?
Rekabetçiydi de 1995-2005 yılları arasında 75 milyar dolar tutarında yatırım yapan bu sektörde 2005 yılından bu yana neden hiç yatırım yoktu?
ABD pazarına olan ihracatı 1.6 milyar dolardan 600 milyon dolara neden gerilemişti?
AB pazarı neden yüzde 80'lerden yüzde 65'lere düşmüştü?
Neden bu yılki ihracatı tekstilde yüzde 24, hazırgiyim ve konfeksiyonda yüzde 21 azalmıştı?
Denizli'de 37 yıllık DEBA neden batmış, FUNİKA tekstilin sahibi neden intihar etmişti?
Neden ödenemeyen kredilerin ağırlıklı yüzdesi bu sektöre aitti ve neden bankalar bu sektöre kredi vermeyi kesmişlerdi?
Rapor ilginç yorumları içeriyor.
Bir taraftan "Türkiye'nin rekabet gücü zayıflıyor" tespiti yapılırken, diğer taraftan da "İhracatta rekabet avantajı var" deniliyor.
İhracatta rekabet avantajı görülürken bir "milli dış ticaret politikasından" bahsedilmiyor. Böyle bir milli politika oluşturulmadan o avantaj nasıl görülüyor çok merak ediyorum.
Tabii böyle bir politika oluşturulamayınca günümüzdeki çağdaş pazarlama anlayışından uzaklaşılarak "Dükkân senin abi" mantığında dış ticaret yaklaşımı oluşuyor ve avantaj dezavantaja dönüşüyor.
İhracat yapımızın ürün çeşitliliğine dayandığından söz edilirken bu yapı avantaj olarak görülüyor. Diğer taraftan Çin ve İsrail'in daha çok uzmanlaşma yönünde ilerlediğinden bahsediliyor. Ürün çeşitliliği avantaj gibi görünmekle beraber uzmanlaşamamanın bir örneğidir ve "Ne iş olsa yaparım abi" türünde basit, geçici bir yaklaşımdır.
Rekabetteki ana öğe olan kur faktörü ve o faktörün etkilediği fiyat olgusunun rekabet imkânımızı kırdığına değinilmiyor.
Esas olan üründe uzmanlaşmadır. İhracatı büyütecek, kalıcı kılacak üründe inovasyon yaratarak kalıcı olabilecek sırlar üründe uzmanlaşma içerisindedir.
Bu zafiyetin ihracatımız yapısındaki en çarpıcı örneği ihracatımızın 46 bin firma ile gerçekleştirildiğinin, ihracatımızın yüzde 22'sini ilk 10 firmanın, yüzde 61'ni ilk 500 firmanın, yüzde 9'unu ikinci 500 firmanın, yüzde 29'unu ise 45 bin firmanın yapıyor olmasıdır. 23 ihracatçı sektörden ilk 5 sektör ihracatımızın yüzde 70.5'ini gerçekleştirebilmektedir. Genel ihracatımızın yüzde 48'i tek pazar olan AB pazarına, bu pazardaki ihracatın yüzde 75'i ise Almanya, İngiltere ve İtalya'ya yapılmaktadır. Geri kalan yüzde 52'si ise diğer pazarlardaki yüzlerce ülkeye yapılmaktadır.
Tüm yumurtaların aynı sepete konulduğu anlamındaki bu çarpık tablodaki yapı ile 1980 yılından bu yana geçen 29 yılda ancak 100 milyar dolarlık ihracat gücüne ulaşılabilmişsek rekabet gücümüzden pek bahsedemeyiz sanırım.
5'inci Rekabet Kongresi'nde daha gerçekçi bir rapor görmek isterdim.
Geçen hafta, aynı sektörde, aynı günde, aynı gazetelerde iki farklı haber çıktı.
Gazetelerin neredeyse tamamı bu iki haberi aynı sayfada yan yana kullanmışlardı.
Aynı sektör dediğim sektör tekstil sektörüydü.
Haberleri ilginç kılan ise birinin biraz iyice, diğerinin kötü olmasıydı.
Usul iyi haberden başlamak olduğundan ben de öyle yapayım.
İyi denilen haber bana göre pek iyi bir haber değil aslında. Ama araştırmacılar ve gazeteler öyle görmek istemişler.
Sektörel Dernekler Federasyonu (SEDEFET) ve TUSİAD ile Sabancı Üniversitesi Rekabet Forumu (REF) 5'inci Rekabet Kongresi kapsamında, Türkiye'nin dış ticaretteki gücünü kıyaslamışlar.
Çok ilginçtir, tekstil sektörü dış pazarlarda rekabetçi bulunmuş.
Daha da ilginci rekabette tekstil de Çin'e fark atmış, hazırgiyim ve konfeksiyonda Fas ve Ürdün'ün arkasında nal toplamışız.
Edinilen bilgilere göre bu araştırma, "Belli bir sektörün ihracatının ülke ihracatı içerisindeki payının, o sektörün dünyadaki ihracatının dünya toplam ihracatındaki payına oranlanarak yapılmış ve 1995 ila 2007 gibi 12 yıllık uzun bir dönemini kapsamış".
Araştırmanın yapıldığı dönem tekstil, hazırgiyim ve konfeksiyon sektörünün ağırlıklı yatırım yaptığı dönem. 1995-2005 dönemi Çin'in pazarlarımızda henüz aktif olmadığı dönem. Bu dönemde rekabetçilik anlamında doğal olarak Türkiye avantajlı görülebilir. Ama ölçek ekonomisi dikkate alınsaydı bu avantajı kaybolabilirdi. Fas ve Tunus'un ağırlıklı olarak Avrupa'nın fasonculuğuna soyunduğu dönem ve Ürdün ise İsrail'in "Nitelikli sanayi bölgesinin" oluşturulduğu ve özellikle ABD'ye gümrüksüz, kotasız ihracat yapılan bir dönem. Avrupa'nın tekstil ve konfeksiyondan çıkarak daha çok ithalatçı konuma geldiği ve yıllar içerisinde giderek Çin'den yana ithal eğilimi gösterdiği bir dönem. Türk tekstil, hazırgiyim ve konfeksiyon ihracatının Avrupa pazarına giderek arttığı ama bu artışa rağmen Avrupa'daki payının düşmeye başladığı bir dönem. Bu dönemde bu sektörün tek rekabet avantajı hızlı sevkıyatta gösterdiği başarıdır.
Bu detaylara girmez de sadece istatistiki verilerden yola çıkılırsa ortaya iyi habermiş gibi görünen bir tablo çıkabilir. "Tekstilde fark attık, rekabet gücümüz yüksek" türünde haberler yapılarak kamuoyu nezdinde yanıltıcı bir sonuca varılabilir.
Ayrıca 1995-2007 dönemi, gelmiş geçmiş bir dönem. Böyle bir dönem neden mercek altına alınır da rekabet gücü araştırılır, onu da anlayabilmek mümkün değildir tabii.
Bu habere bakarak birçok kimse tekstil ve konfeksiyon sektörünün iyi durumda olduğunu sanabilir.
Sanılmakla kalınmaz, "Bu adamlar ağlıyorlar, devamlı şikâyet ediyorlar ama bakın işleri kıyak, dış pazarlarda rekabet edebiliyorlar" türünde kamuoyu tepkisi de alınabilir.
Dediğim gibi bu haber bana göre pek iyi bir haber değil, aktüel hiç değil ama araştırmacılar böyle sunma ihtiyacı duymuşlar, basınımız da onların sunduğu şekilde yorum katmadan kullanmış.
Kötü haber olarak nitelendirdiğim ikinci haberin yukarıdaki haberi tekzip eden bir yanı var.
Haber şu:
"Tekstil ve hazırgiyimciler geride kalanları kurtarmak için özel konsey kuruyorlar."
Bu haber hemen her gazetede benzer başlıklarla verilmiş.
İHKİB, İTHİB, TGSD ve TOBB Hazırgiyim ve Konfeksiyon Meclisi başkanları zor günler geçirmekte olan Denizli bölgesini ziyaret etmişler, oradaki tekstilci işadamlarının yanlarında olduklarını göstermek istemişler ve bu istekten yola çıkarak "Geride kalanları kurtarmak" amaçlı bir de konsey oluşturmuşlar.
Birinci haberin rekabetçi olarak sunduğu tekstil, hazırgiyim ve konfeksiyon sektörlerinin başkanları Denizli'de zor durumda olan sektör mensuplarına destek için oradalar. Orada bulunmalarının ortak paydası "Onları zor durumdan kurtarmak". Tabii kurtarmak fiili devreye girince şu soruyu sormadan edemiyorum:
Ee, hani bu sektör rekabetçiydi?
Hani, dış pazarlarda kimse Türk tekstilcileriyle baş edemiyordu?
Rekabetçiydi de 1995-2005 yılları arasında 75 milyar dolar tutarında yatırım yapan bu sektörde 2005 yılından bu yana neden hiç yatırım yoktu?
ABD pazarına olan ihracatı 1.6 milyar dolardan 600 milyon dolara neden gerilemişti?
AB pazarı neden yüzde 80'lerden yüzde 65'lere düşmüştü?
Neden bu yılki ihracatı tekstilde yüzde 24, hazırgiyim ve konfeksiyonda yüzde 21 azalmıştı?
Denizli'de 37 yıllık DEBA neden batmış, FUNİKA tekstilin sahibi neden intihar etmişti?
Neden ödenemeyen kredilerin ağırlıklı yüzdesi bu sektöre aitti ve neden bankalar bu sektöre kredi vermeyi kesmişlerdi?
Rapor ilginç yorumları içeriyor.
Bir taraftan "Türkiye'nin rekabet gücü zayıflıyor" tespiti yapılırken, diğer taraftan da "İhracatta rekabet avantajı var" deniliyor.
İhracatta rekabet avantajı görülürken bir "milli dış ticaret politikasından" bahsedilmiyor. Böyle bir milli politika oluşturulmadan o avantaj nasıl görülüyor çok merak ediyorum.
Tabii böyle bir politika oluşturulamayınca günümüzdeki çağdaş pazarlama anlayışından uzaklaşılarak "Dükkân senin abi" mantığında dış ticaret yaklaşımı oluşuyor ve avantaj dezavantaja dönüşüyor.
İhracat yapımızın ürün çeşitliliğine dayandığından söz edilirken bu yapı avantaj olarak görülüyor. Diğer taraftan Çin ve İsrail'in daha çok uzmanlaşma yönünde ilerlediğinden bahsediliyor. Ürün çeşitliliği avantaj gibi görünmekle beraber uzmanlaşamamanın bir örneğidir ve "Ne iş olsa yaparım abi" türünde basit, geçici bir yaklaşımdır.
Rekabetteki ana öğe olan kur faktörü ve o faktörün etkilediği fiyat olgusunun rekabet imkânımızı kırdığına değinilmiyor.
Esas olan üründe uzmanlaşmadır. İhracatı büyütecek, kalıcı kılacak üründe inovasyon yaratarak kalıcı olabilecek sırlar üründe uzmanlaşma içerisindedir.
Bu zafiyetin ihracatımız yapısındaki en çarpıcı örneği ihracatımızın 46 bin firma ile gerçekleştirildiğinin, ihracatımızın yüzde 22'sini ilk 10 firmanın, yüzde 61'ni ilk 500 firmanın, yüzde 9'unu ikinci 500 firmanın, yüzde 29'unu ise 45 bin firmanın yapıyor olmasıdır. 23 ihracatçı sektörden ilk 5 sektör ihracatımızın yüzde 70.5'ini gerçekleştirebilmektedir. Genel ihracatımızın yüzde 48'i tek pazar olan AB pazarına, bu pazardaki ihracatın yüzde 75'i ise Almanya, İngiltere ve İtalya'ya yapılmaktadır. Geri kalan yüzde 52'si ise diğer pazarlardaki yüzlerce ülkeye yapılmaktadır.
Tüm yumurtaların aynı sepete konulduğu anlamındaki bu çarpık tablodaki yapı ile 1980 yılından bu yana geçen 29 yılda ancak 100 milyar dolarlık ihracat gücüne ulaşılabilmişsek rekabet gücümüzden pek bahsedemeyiz sanırım.
5'inci Rekabet Kongresi'nde daha gerçekçi bir rapor görmek isterdim.
Etiketler:
ABD,
Denizli,
Fas,
İHKİB,
İsrail,
İTKİB,
Referans Gazetesi,
Tekstil Sektörü,
TGSD,
Tunus,
Ürdün
19 Kasım 2009 Perşembe
2010 YAZ BASKI ÖRNEKLEMELERİ
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)