28 Aralık 2011 Çarşamba

DACRON ALLERBAN, EVOTEKS




Toz mite*, bakteri** ve mantar* önleyici:
Toz mite’larının ürettiği alerjenler, astım gibi solunum yolu hastalıkları ile ilişkilidir.Elyaf dolguya yapılan önemli bir katkı olan Allerban®, aktif madde içeriği olup, toz mite’larının* ve mantarların* yanı sıra bakteri** oluşumlarının önüne geçen bir maddedir.
Allerban®’ın verimliliği bağımsız laboratuarlarda (IFTH - Fransa ve Namsa - ABD) tarafından test edilmiştir.
Yüksek teknolojili dolgu elyafları yastık ya da yorganınızın uzun sure gitmesini sağlarken orijinal görünümünü korur.

Üstün Konfor:
Yastık yada yorganınızın dolgu elyafları, en mükemmel ve uzun süreli konforu sağlayacak biçimde titizlikle seçilir ve kontrol edilir.

Hafiflik:
Bu ürünün dolgu elyafı minimum ağırlıkla maksimum konfor sağlamak üzere özel olarak bir araya getirilmiş çok ince ve aşırı hafif liflerden oluşur.

Düzenli ısı:
Yorganınız içerisinde tasarlanan içi boş elyaflar hava sirkülasyonunu geliştirirken nem birikmesini azaltarak tüm gece boyunca hoş bir mikro iklim oluşturur.

Ekstra Şişkin:
Dolgu maksimum sıcaklık ve hacmi vermek üzere yüksek hava içeriğiyle düşünülmüş içi boş elyaftan üretilir.




* Elyaf özellikleri belli başlı mantarların oluşumunu önlediği gibi (Aspergillus Repens) toz mite’larının yaşam döngüsü için son derece önemli olan bakterileri (Dermatophagoides pteronyssinus) ve ayrıca.
** Staphylococcus Aureus ve Klebsillia Pneumoniae’yı barındırmaz.

6 Aralık 2011 Salı

İşletmelerde Aptal Puma Sendromu


Bazı şirketler doğru büyüyor ve kazanıyor, bazıları ise kaybediyor. Kazanan ve işletmelerin birbirinden çok farklı ve zıt özellikleri var. “yeni ekonomi” kavramı ile ifade edilen sistemler bilgiye, yaratıcılığa ve sorumluluk alma davranışına gereksinim duyuyor. Ana ticaret konularına fokus olmayan ve belirleyici konuların dışında, farklı farklı çalışmalar yapan şirketler, sonuç almakta zorlanıyorlar.

Halen hedef müşteriler segmentlerini bilmeyen işletmeler var. Müşterileri kimler?, Ürün ve hizmetlerini satınalan hedef müşterilerinin diğer ihtiyaçları nedir? Rakipleri kim? İşletme sahiplerinin çoğu her sabah işyerini açmanın maliyetini bilmiyor. Neden İş sahipleri, vakitlerinin çoğunu, diğer elemanlarının yapabileceği, günlük rutin işlerle geçiriyor. Doğru hedefe yönlenen işletmeler, doğru bir yönetimle, müşteri segmentlerini ve hedef pazarlarını tespit etmeyi öğrendiklerinde ise satışlarını arttırıyor, daha az çabayla daha fazla ciro elde edebiliyorlar.

Doğada avını yakalamak için bu hesabı yapan tek hayvan var. Puma. Bir puma avının peşinden ne kadar koşar? İşte ormanların vahşi avcısını uygarlıkların kurucusu insan’a örnek yapacak olanda pumanın bu özelliğidir. Puma avının peşinden sürdürdüğü “ölüm koşusunu” her zaman avının cüssesine göre ayarlar.

Pumanın bir avda kullanabileceği sınırlı bir enerjisi vardır. Bunu çok iyi ayarlar. Yani bir ceylan ele geçirmek için koştuğu süre ile, bir tavşanın peşinden geçirdiği süre asla aynı değildir. Çünkü puma akıllı bir hayvandır ve koşarken harcadığı enerji miktarı, avdan elde edeceği potansiyel enerji miktarını aştığı anda puma koşmaktan vazgeçer. Yenilgiyi kabul edip başka av arar. Bu nedenle ceylanın peşinden fazla, tavşanın peşinden çok daha az koşar.

İş hayatında da “puma” örnek alınır ve az kazanç peşinde çok emek para ve zaman kaybedilmesi de “aptal puma sendromu” diye adlandırılır. İş hayatında, Başarı, pumalıktan, yani harcanan emek, ulaşılan sonuç ilişkisindeki dengeyi iyi saptamaktan geçiyor.

Kaynak: Murat Yılmaz, www.pazarlamaprojeleri.com

24 Kasım 2011 Perşembe

WRANGLER FOOTWEAR TÜRKİYE'DE!


7. Uluslararası Ayakkabı Moda Fuarı AYMOD 2012'ye
100 Yıllık tarihi, ahşap bir yük vagonu ile rayların üzerinde giriş yapan
Wrangler Ayakkabı Türkiye'ye "Merhaba" dedi.
1947 doğumlu denim giyim markası olan Wrangler, Neta Co. Türkiye distribütörlüğünde
Wrangler Ayakkabının muazzam güzellik ve kalitedeki 2012 İlkbahar-Yaz koleksiyonunu
beğenilere sundu.
İtalyan tasarımcıların elinden çıkan koleksiyon; Amerikan Country tarzı ile Akdeniz Esintilerinin
sentezinden oluşuyor.


Farkındalığının farkında olanların ayakkabısı Wrangler

18 Ekim 2011 Salı

Jay Conrad Levinson - Gerilla Pazarlama




Geleneksel pazarlama der ki; pazarlama için para yatırman gerekir. gerilla der ki; paran varsa yatır, ama önemli olan para değil, risk yönetimi, enerji ve hayal gücüdür.

Bu sürecin mimarı, Jay Conrad Levinson ilginç bir örnek ile açıklıyor.

“Ufak bir işyeri var mobilya satıyor. Etrafta ondan çok daha büyük mobilya mağazaları var. Bir yanındaki mağaza kocaman; mağaza boyunda bir afiş asmış “yüzde 60 indirim!” diğer yanındaki ondan da büyük “yüzde 75 indirm!” Ve ortadaki gerillanın ise ne bu kadar indirimi yapacak,ne de bu kadar büyük afiş asacak parası var. O da tam ortaya kapısının üzerine şunu yazıyor: “Ana giriş”. İşte gerilla ruhu budur…”

Gerilla Pazarlama yöntemini geleneksel pazarlamadan ayıran 20 fark;

1- Geleneksel pazarlama der ki; pazarlama için para yatırman gerekir. gerilla der ki; paran varsa yatır, ama önemli olan para değil, enerji ve hayal gücüdür.

2- Geleneksel pazarlama insanların aklını karıştırır mistik bir hava yaratır, gerilla ise açık seçik gerçekleri anlatır.

3- Geleneksel pazarlama büyük iş dünyasına yöneliktir, gerilla pazarlama ise küçük işletmelere yöneliktir.

4- Geleneksel pazarlama performansı satışla ölçer, gerilla ise karlılığı ön plana çıkartır. Gerilla için önemli olan kar etmektir.

5- Geleneksel pazarlama deneyim ve yargılar üzerine kuruludur yani tahmindir. Oysa gerilla psikoloji ve insan davranışları üzerine odaklıdır. Çünkü gerillanın tahminle kaybedecek zamanı yoktur. Gerilla satın alma kararlarının yüzde 90′ının bilinçaltıyla verildiğini bilir.

6- Geleneksel pazarlama birden fazla işe aynı anda girer, gerilla ise önce işini yönet, işine odaklan ve ondan sonra başka işe giriş der.

7- Geleneksel pazarlama çizgisel olarak işini büyütmeni söyler. Oysa gerilla pazarlama geometrik artışla işi büyütmeye yöneliktir. Her müşteri için daha fazla işlem yapmak bunun bir parçasıdır. Diğer yöntem ise müşterinizin akrabalarını, arkadaşlarını işin içine katmaktır.

8- Geleneksel pazarlama önemli olan satıştır der ve satış sonrasında müşteriyi unutur. Gerilla ise müşteriyi her zaman takip eder ve onu asla kaybetmez.

9- Gerilla pazarlama rakiplerle çok ilgilenmez. Gerilla, “rakipleri unut, senin gibi standardı olanlara bak ve onlarla işbirliği yap” der.

10- Geleneksel pazarlama insanlara der ki; “hizmetimin veya malımın faydalarını satın al!” Oysa gerilla insanların problemlerini bulmak ve çözmek üzerine odaklanmıştır.

11- Geleneksel pazarlama her zaman “ben” der. Her şeyi bunun üzerine kuruludur. Ama gerilla “sen” der. Gerillanın her şeyi; broşürü, ilanı, web sitesi vb. hep müşteriyle ilgilidir.

12- Geleneksel pazarlama “ne satabilirim” der. Gerilla ise “müşteriye ne verebilirim” diye sorar. Geleneksel pazarlama almak-satmak üzerine kuruludur. Oysa gerilla “müşteriye ne verirsem onun işine yarar” diye düşünür.

13- Geleneksel pazarlama reklam, PR gibi geleneksel yolların her zaman işe yaradığını düşünür ve bunlardan birine inanır. Oysa gerilla pazarlama bunların birinin değil hepsinin birden işe yaradığını düşünür. “Bunların bileşimi işe yarar” der.

14- Geleneksel pazarlama ayın sonunda gelen faturalara bakar, gerilla ise ilişkilere bakar. Bu ay kimlerle ilişki kurduk diye sorar.

15- Geleneksel pazarlama teknolojiye pek fazla önem vermez, gerilla ise teknolojiyi sonuna kadar kullanır.

16- Geleneksel pazarlama büyük grupları hedef alır. Gerilla ise küçük grupları ve kişileri hedefler.

17- Geleneksel pazarlama bilinç dışını hedefler ve küçük detaylara önem vermez. Oysa gerilla pazarlama bilinç altını hedef alır ve detaylara önem verir. Telefonla konuşma biçimi veya insanları ziyaret şeklinin önemli olduğuna inanır.

18- Geleneksel pazarlama yalnızca pazarlama tanıtımı ile satış yapabileceğine inanır. Oysa gerilla pazarlama satıştan önce rıza almaya önem verir. Önemli olan insanlara çok fazla pazarlama malzemesi göndermek değil, bu malzemeleri göndermek için insanların rızasını almaktır. Satışa değil rızaya odaklanmak önemlidir. Bu durumda sizin malınızı almak isteyenler ihtiyaçları olduğunda ellerini kaldırırıp sizi çağırırlar.

19- Geleneksel pazarlama monologtur, gerilla pazarlama ise diyalogtur. Gerilla her zaman bir sen söyle bir ben söyleyeyim der.

20- Geleneksel pazarlama bir avuç pazarlama yöntemi kullanır. Gerilla pazarlamada ise kullanılabilecek 100 ayrı proje vardır ve gerilla bunların içinden seçim yapıp bileşkesini kullanır.Bu 100 projenin 62’si ise tamamen bedavadır.

KAYNAK: http://pazarlamaci.blogspot.com/2011/01/jay-conrad-levinson-gerilla.html

17 Ekim 2011 Pazartesi

TEKSTİLDE ÇIĞIR AÇTILAR

Teri hemen dışarı atan ve rahatsızlık hissi vermeyen kumaş özellikle yazın hac vecibesini yerine getirenler ile sürekli sıcak ortamda çalışanların tercihi olacak. Bursa Tekstil Ticaret Merkezi BUTTİM'de faaliyet gösteren tekstil teknikeri Salih Karadağ ve kimya mühendisi Ekrem Hayri Peker, Türkiye'de tekstil ve hazır giyim sektörünün katma değerli farklı ürünlerle hızla gelişeceğine dikkat çekti. Karadağ ve Peker, "Sıcaklıkla renk değiştiren kumaşlar, kir itici ve teri dışarı hızla atıp rahatsızlık hissini ortadan kaldıran kumaşlar geliştirdik. Kir itici kumaşları şu anda bir gelinlik firması ürünlerinde kullanarak son dakika yaşanabilecek olumsuz kirlenmeleri ortadan kaldıran, yıllarca solmayan gelinlikleri ile farklı bir ürünü piyasaya sunuyor. Sıcaklıkla renk değiştiren kumaşlar da 38 derece üzerinde renk değiştirerek çocukların ateşlendiğini gösteriyor. Bebe konfeksiyoncuları ile çalışmalarımız sürüyor" dedi.Nanoteknolojik kumaş üretimi ile Türk hazır giyim ve tekstil pazarının çok daha güçleneceğini savunan Peker ve Karadağ, "Türk üreticilerinin farklı işlerle dünya tekstilinde öne çıkması için kendine güvenmesi ve fasonculuk bakış açısından kurtulması gerekiyor. Farklı ürünü, konforlu tarzı iyi fiyatla pazara arz edilebileceğimize inanıyoruz. Yazlık eşofmanlarla 23 derece serinlik, kışlık eşofmanlarla 23 derece sıcaklık hissi verme imkânı bulunuyor. Giysilere kir itici özellik kazandırmak, sinek ve polen, toz tutmama imkânı sağlamak, kötü kokulardan arındırmak bugün mümkün. Bu konuda firmalara farklı alternatif kumaş üretmeleri için destek oluyoruz" açıklamasını yaptı.Terletmeyen kumaş da imal ettiklerini anlatan Karadağ ve Peker, "Özellikle hac vecibelerini yerine getirecek olanlara yönelik tasarladık. Teri hemen dışarı atarak rahatsızlık hissini ortadan kaldıran kumaşın metresi 2 liradan satılacak. Polyester veya pamuklu kumaş fark etmeksizin, her türlü elyafta özel apreleme ile bu özelliği sağlayabiliyoruz. Tekstilin merkezi olan Türkiye'de öncelikle hacca giden vatandaşlarımıza verilen kumaşlar büyük rahatlık sağlayacak. Diyanet İşleri Başkanlığımızın bu konuda ilgisini ve hassasiyetini bekliyoruz" diye konuştu.


Kaynak:
http://www.byegm.gov.tr/dis-basinda-turkiye.aspx?d=21.07.2011&ygid=42&pg=4&ahid=26496&act=2

20 Haziran 2011 Pazartesi

61. Hükümete Dilekçe



Çek Yazılması ve Şeref ile Şerefsizlik Arası Çizgi

Ticaret erbabısındır, ihracat firman vardır, yurtdışına yüklediğin malların bedeli gelir ve yazmış olduğun çekleri güle oynaya ödersin. Bankalar sana çek karnesi vermek için her türlü şirinliği yaparlar. Ama gün gelir büyü bozulur. Beklediğin döviz bedeli zamanında gelmez ve bir anda o tarihli tüm çeklerin boşa düşer. Yani karşılığı yoktur. Rica edersin birkaç gün istersin çek yazdığın kişi veya firmalardan. Kimisi anlayışla karşılar kimisi ise doğru avukatına gider.
İşte o an radyoda “dönülmez akşamın ufkundayım” adlı şarkıyı dinlemenin vaktidir.
Ve ilk çekin yazılır. Peşinden banka müdürü arar ve tüm çeklerini iade etmenizi söyler.
Çekin yazıldığı duyulduğu an daha vadesi gelmemiş belki Şubat belki Mart ayındaki çekleriniz dahi yazdırılır. O sırada sen sudan çıkmış balık gibisindir. Neler olduğunu çözmeye çalışıyorsundur.
Ve düne kadar her türlü saygı ve sevgi gösterisinde bulunan çalıştığın kişi ve yanındaki personel ise artık sana bitik adam gözüyle bakmaktadır. Çünkü artık paran ve dolayısıyla gücün yoktur.
Bir gün gizli numara yazan bir telefon gelir, dayanamayıp açarsın. Karşında genelde Türkçe’si bozuk olan arkadaşlardan biri sana “şerefsizlik” üzerine hayat dersi vermektedir. Çünkü adama verdiğin çekin karşılığı yoktur ve sen artık şerefsiz bir işadamısındır. Ve bunu sana deklare etmek için çek sahibi arkadaş siyah takım elbiseli üçüncü sınıf bir ağır abi gönderir. Bu ağır abi sende paralarının kalmayacağını ve her türlü alacaklarını bildirme nezaketinde bulunur.
İşin vardır siparişlerin vardır ama sistem kilitlenmiştir. Çünkü sen çeki yazılmış bir adamsın.
Neyse madem işadamlığına soyundun çıkış yolunu da bulacak olan sensin. Davanda haklıysan Allah yardımcın olacaktır.
Gelecek günlerin çeki yazılan veya yazılmayan, borcu olan veya olmayan tüm güzel insanlara mutluluk, huzur, bol kazanç ve en önemlisi sağlık getirmesi dileklerimle.
Allah hepimize borçlarımızı ödemeyi ve lekesiz bir isimle yaşamayı nasip etsin.


61. Hükümet mutlaka bu soruna el atmalıdır.

Şu an 180.000 kişiyi aşmış olan çeki yazılmış ticaret erbabı vardır.
Bu kişilerin de yaklaşık yarısı yargıtay sürecini de tamamlamış olarak tutuklanmayı ve cezaevine götürülmeyi beklemektedirler.
Hâl böyle iken Silivri'nin kapasitesi 11.000 kişi olduğuna göre bir iki ay içinde yaklaşık 20 ADET SİLİVRİ CEZAEVİ BÜYÜKLÜĞÜNDE CEZAEVİ YAPMAK GEREKMEKTEDİR!!!
Ve ya bu konuya çözüm bulmalıdır.
Naçizane bireysel olarak önereceğim çözüm şudur:

1-Adalet Bakanlığı ve Ticaret Bakanlığı ortak bir çalışma planı oluşturulmalı.
2-Devlet bankaları yurtdışından çok uzun vadeli kredi bağlantıları yapmalı!
3-Alınan bu krediler KOSGEB ve Halkbank, Ziraat Bankası gibi bankalar aracılığı ile
3a- Alacaklılar ellerindeki yazılmış çekleri bankaya teslim edecek
3b- Borçlular 3-5 yıl geri ödemesiz ve sonrasında min. 5 yıl geri ödemeli bir yapılandırma ile borçlarını ödeme taahhüdünde bulunacak
3c- Bahsi geçen kurumlar alacaklıya çek bedeli kadar ödeme yapacak.
Alacak verecek bitmiş olacak.
Mahkemeler inanılmaz rahatlayacak.
Herşeyden önemlisi bu kadar atıl ve işi bilen iş adamı, esnaf, çiftçi ve tüccarın tekrar yatırıma dönmesi, müteşebbis olması, istihdamı patlatacak, ekonomi ve dolayısıyla işlem hacmi büyüyecektir.
Gereğini 61. Hükümetin görüşlerine sunuyorum.

Sabih Samur

http://www.kariyergazetesi.net/hbr/haberdetay.asp?ID=1815

25 Mayıs 2011 Çarşamba

TurkiyeAyakkabi.com

İletişim araçları tarihin gelişimine bağlı olarak zamanla çok büyük değişimler geçirmiş. Tarihsel kayıtlara bakıldığında insanların birbirlerine iletmek istedikleri mesajları önce çok ilkel yollarla; örneğin mağara resimleri ve dumanla haberleşme, vb. daha sonra da yazının keşfedilmesiyle nispeten daha modern yollarla ilettiklerini görüyoruz. Çağımızda ise artık teknolojinin başdöndürücü bir hızla gelişmesiyle önce telgraf, telefon daha sonraları ise televizyon ve bilgisayarın keşfiyle yepyeni bir boyut kazanmıştır. İşte internet de bu gelişmenin geldiği en son aşama.

Bizim, ayakkabı sektörü olarak maalesef teknolojiyi yeterince takip ettiğimiz ve uyguladığımız söylenemez. Böyle bir ortamda TurkiyeAyakkabi.com gibi portalların sektöre öncülük etmesini şahsen çok önemsiyorum. Bunun için de bundan böyle 15 günde bir yazılarımla bir söyleşi niteliğinde sizlerle burada buluşacağım.

"Ayakkabı" kelimesi Türk Dil Kurumu sözlüğünde "Genellikle sokakta giyilen ve altı kösele, lastik vb. dayanıklı maddelerden yapılan giyecek, başmak, pabuç" olarak tanımlanıyor. Yeryüzünde yaşayan her insan, kendi yaşadığı iklimsel , coğrafi, kültürel, sosyal ve ekonomik şartlara göre değişkenlik gösterse de mutlaka bir çift ayakkabı giymekte. Ve ayakkabılar diğer giyim eşyalarından farklı olarak insanın üzerinde taşıdığı değil, insanı üzerinde taşıyan bir ürün. Durum böyle olunca ayakkabıda dayanıklılık kalite anlayışının en önemli maddesi olarak önümüze çıkıyor. Ayrıca insan ihtiyaçlarının ön planda olduğu ilk çağlarda olmayan bir kavram olan "moda" günümüzde toplumların giyim şekillerinin oluşmasında en büyük etken. Ayakkabı üretimi günümüzde bu iki kavram olmadan anlaşılamaz.

Ayakkabıya iktisadi bir ürün olarak baktığımızda ise şunu görüyoruz. İnsan ihtiyaçları sonsuz ama bu ihtiyaçları karşılayacak kaynaklar sınırlı. Üstelik yeryüzündeki insan sayısı gitgide artıyor; buna karşın kaynaklar gitgide azalıyor. Ayakkabı da bir ihtiyaç maddesi olarak sınırlı kaynaklardan üretilmek zorunda. Geçmişten farklı olarak, ulaşım ve iletişim imkanlarının günümüzde çok ileri boyutlara ulaşmasıyla lojistik ve enformatik problemlerin minimuma inmesi neticesinde moda kullanımıyla ekonomi globalleşti. Bu öyle boyutlara ulaştı ki bugün örneğin bir İngiliz firması Fas'taki bir firmaya satacağı malları bir Türk firmasına sipariş verebiliyor ve o Türk firması da bu malları Mısır'da ürettirip Fas'a yollayabiliyor. Böyle bir ticarette ne malı satan ne de alan son ürünü görüyor.

Aykut Büyükekşi

KAYNAK: www.turkiyeayakkabi.com

14 Mayıs 2011 Cumartesi

Tekstil Meslek ve Yarınsızlık




Günlerdir elim tuşlara gitmiyor.
Bize ait, bizim dönemimize ait, anılarımıza ait ne varsa AKP iktidarı döneminde bir bir elimden, beynimden alındığını görüyorum, hiç bir şey yapamıyorum.
Tarabya'da geziyorum. Bana ait hiçbir şey kalmamış. Parsellenmiş, talan edilmiş.
Ortaokulu okuduğum Akatlar'daki benim dönemimdeki adı Levent Lisesi olan okulumun TOKİ tarafından alınarak yıkılacağını ve yerine oranın rantına uygun bir bina yapılacağını öğreniyorum. Neymiş burası sayesinde başka yerlerde yüzlerce okul yapılacakmış. Kuleli Askeri Lisesi'ni de yıkın. Kıymetli arazi; binlerce okul yaparsınız başka yerlerde...
Arkadaşlarla konuşuyorum. "Pilav günümüz var, gelecek misin?" diye soruyorlar.
Sanki bende pilav yiyecek ağız ve tat kalmış gibi.
Düşünüyorum; ulan diyorum sıra lise yıllarımın geçtiği Tektil Meslek Lisemde.
Yedirirler mi oğlum diyorum sana bu okulu. Cevizlibağ'ın göbeğinde ki bu devasa arazi AKP ve kankası TOKİ'nin gözünden kaçar mı?
Nasıl koruyabilirim okulu mu?
Tekstil'e çaput bezi diyen hükümetin başına göre bu okul da çaput bezini imalat edenlerin yetiştirildiği gereksiz bir eğitim ve öğretim yuvasından ibaret değil mi?
Yakışmaz mı oraya güzel bir rezistans mı residence mi neyse ondan.
Önce okulun adını aldılar bizlere sormadan.
Şimdi de kendini alacaklar bizlere sormadan.
Otuz sene evvel o okulun bahçesine diktiğimiz çam fideleri şu an orman oldu!
Benle mi diktin onları AKP? TOKİ?
Benle dikmediğine göre bensiz de yıkamazsın!
Yıkacaksak beraber yıkacağız.
Evet Tekstil Meslek Lisesi pilav gününe katılacağım.
Ve Mezunlar Derneği başkanıma soracağım: "Biz pilav yemekten başka ne yapabiliriz?" diye...
yapılacak çok şey var!
Konuşacağız.
Aklıma gelmişken arkadaşlar dikkat etmek lazım burası İstanbul.
Okulunu ve sana ait olan tüm değerlerini koruman lazım.
Boru mu bu karşında koskoca AKP ve onun başı var!
Bugün okulunu çizerler yarın seni.
Ne diyor reklamlarda?
"Kızım çantana dikkat et burası İstanbul"
Ağız tadında nice pilav günlerine, yarınsızlık olmaması dileklerimle.

Sabih Samur

23 Ocak 2011 Pazar

TILSIMLI GÖMLEKLER


Tılsımlı gömlekler üzerinde sıkça yer alan iki motif ise Hz. Ali’nin ucu çatallı kılıcı ‘Zülfikâr’ ve çoğunlukla Musevi inancıyla bağdaştırılan Süleyman Mührü var.
Hülya Tezcan, gömleklerde Süleyman Mührü’nün saltanatın ebediyetini temsilen kullanıldığını ve Allah, Hz. Muhammed ve Hz. Ali isimlerinin çoğunlukla bir arad...a anıldığını tespit etmiş.

Koleksiyonun en eski tarihli gömleği Şehzade Cem’e ait. Üzerinde 1477-1480 yılları arasında yapıldığına dair bir not bulunan gömlek ihtimal ki, 18 Temmuz 1482’de Anamur açıklarında şövalyelerin gemisine binerek Rodos’a hareket eden Cem Sultan’ın üzerindeydi. Talihsiz şehzade, saltanat yarışından galip çıkması için giydiği tılsımlı gömleğe rağmen Rodos’ta esir alındı. Cem’in gömleği şimdi Topkapı Sarayı koleksiyonunda.

Ancak Viyana kuşatmasında bozguna uğrayan Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’nın gömleğinin hâlâ Viyana’da bir manastırda olduğu tahmin ediliyor.

Hülya Tezcan, Osmanlı tarihinin tılsımlı gömlekler üzerinden okunabileceğini söylüyor.

Nitekim 2. Selim’e Hürrem Sultan tarafından diktirilen gömlek yalnızca Selim ve Bayezıd arasındaki taht mücadelesini değil, Rüstem Paşa’nın entrikalarıyla boğdurulan Şehzade Mustafa’nın hazin sonunu da anlatır.

Sultan 3. Murat’a ait gömlekte ise Konya Mevlevihanesi’ni kuran Şeyh Sinaneddin Dede’nin padişahlarla kurduğu iletişimi görmek mümkün. Sinaneddin Dede sadece gömleği yapan kişi değil, doğu seferine çıkarken elini öpüp hatırını soran Yavuz Sultan Selim’e; “Seferden zaferle döneceksin; benim senden tek isteğim dergâha yardım etmendir.” diyen ilginç bir kişilik.

Yavuz hakikaten savaştan zaferle dönüyor ve Konya Mevlevihanesi’ni yapmaya başlıyor.

Yavuz’dan sonra Kanuni ve 2. Selim dönemlerini de gören Şeyh Sınaneddin Dede’nin ömrünün son demlerinde 3. Murat’a hediye ettiği tılsımlı gömlek saraya bir teşekkür babında.

Yine aynı sultana ait gömleklerden biri ‘Oğlum, aslanım.’ diye başlayan kitabesiyle diğerlerinden ayrılıyor.
Oğluna pek düşkün olan Nur Banu Sultan’ın hazırlattığı gömleğin amacı gözü Safiye Sultan’dan başkasını görmeyen 3. Murat’ın başka evlilikler yapması. Nur Banu Sultan tahtı vârissiz bırakmamak için girdiği bu gömlekli mücadeleden zaferle çıkıyor ve 3. Murat ardında 19 erkek 20 küsur kız ****** bırakarak bu dünyadan ayrılıyor.
Ancak erkek çocukların sonraki taht kavgalarında öldürülmesi Nur Banu Sultan’ın çalışmalarının boşa gittiği şeklinde yorumlanabilir.

Allahım sevgimi kulun Mustafa’nın gönlüne ver!

Tılsımlı gömlekler sadece padişahlar ve şehzadeler için yapılmamış. Saray çevresine yakın paşalardan özellikle makam hırsı olanlar da kendileri için gömlek hazırlatmışlar.

Onlardan biri Moralı Hasan Paşa, gömleğinin üzerine şöyle yazdırmış: “Allahım senden sevgimi, muhabbetimi kulun Mustafa’nın gönlüne vermeni dilerim. Nasıl vahyini sevgilin Muhammed’in kalbine ilham etmişsen ruhumla Sultan Mustafa’nın ruhunu uzlaştır.”
Gömleğin yakasındaki küçük karelerde ise “Ey herşeyi kolaylaştıran Allahım, Hasan Paşa’nın muradını da kolaylaştır.” yazıyor.
Hasan Paşa’nın muradı nedir, sadrazam olmak.

Hülya Tezcan bu gömlekten hareketle yaptığı araştırmada, paşanın çok hırslı bir adam olduğu ve sadrazam olabilmek için padişahları canından bezdirdiği bilgisine ulaşmış.

Moralı Hasan Paşa sonunda muradına ulaşıp sadrazam olabilmiş.
Saltanat kavgalarının uzağındaki halk da tılsımlı gömleklerden payına düşeni almış.
Dönemin tarikat dergahlarında, sarılıktan, akrep sokmasından korunmaya yönelik hazırlanan gömlekler arasında kadınları eşlerine şirin gösteren gömlekler de var.
İç gömleklerden günümüze ulaşanlar, üzerlerindeki leke hatta yaka kirleriyle duruyor; çünkü bu gömleklerin yıkanması mümkün değil.

Bir de hiç kullanılmadan kaldırılan gömlekler var koleksiyonda.
Tezcan, “Sarayda her şeyin bol bol yedeği vardır.

Elimizde yüzlerce giyilmemiş bebek elbisesi var.” diyor.

İpeğin nadir kullanıldığı bu alanda tılsımlı takke ve takma yakalar da var.

Takma yakayla ilgili bir açıklamaya rastlamayan Hülya Tezcan, kendince bir çıkarımda bulunuyor:
“Yaka, sultanların törenlerde giydiği kaftanın yaka kesimine benziyor. Üzerindeki iplik izlerine bakılırsa kötülüklerden korunma niyetiyle kaftanın içine monte edildiği söylenebilir.”

Gömlekler şimdi koruma altında; sergilenmek için özel izinle saraydan çıkarılabiliyorlar; ancak kimi zaman hiç hesapta olmayan çok daha özel istekler olabiliyor.

Tezcan, Osmanlı Hanedanı’ndan ismini açıklamadığı bir kadının şifa bulmak için tılsımlı gömleklerden birini giyerek bir müddet beklediğini ve sonra teşekkür ederek ayrıldığını söylüyor.

Hülya Tezcan yaklaşık 30 yıldır gömlekler arasında yaşasa da tılsımlarını çözmeye hiç çalışmamış.

“Bir şifre var, bu açık; ama o rakamları ve harfleri çözmek uzmanlık gerektirir. Kaldı ki, giysilerin üzerindeki gubarî hatla yazılan Arapça metinler bile daha okunmadı.

Gömleklerin hem dokuması hem de deseni itibariyle gerçek bir sanat eseri olduğunu kabul etmeliyiz. Dokuma üzerine çalışanlar da 8 bin çözgü teliyle dokunan Gülistanî Kemha tekniğini henüz çözemediler.”

Şifreyi çözmek Türk tekstiline yeni bir açılım getirecek

Türkiye’de tılsımlı gömlekler üzerindeki şifreyi çözmeye çalışan tek isim Mehlika Orakçıoğlu.

Bilinen tek isim demek daha doğru; çünkü gömleklere ulaşma hususunda Hülya Tezcan’la bağlantıya geçmiş başka biri yok.

1998’den bu yana “Türk Tekstilindeki Kültürel Etkiler” başlıklı doktora tezi üzerinde çalışan Orakçıoğlu, şu günlerde 2. Selim’in gömleğini inceliyor. Şimdilik gömleğin ön yüzündeki küçük karelere yerleştirilen rakamlarla Fetih Sûresi’nin kodlandığını keşfetmiş.

Tezini Londra’daki bir üniversite’de hazırlayan Mehlika Hanım, İngiliz danışmanlarının kendisini bu alana yönlendirdiğini ve asıl niyetlerinin gömlekler üzerindeki kodlama sistemini çözerek günümüz tekstiline yeni bir açılım kazandırmak olduğunu söylüyor: “

Bu konu, dışarıda daha çok ilgi topluyor.
Harvard Üniversitesi bütün imkanlarını ücretsiz olarak seferber etti mesela. Sonunda neye ulaşacağımı bilmiyorum.
Kodlama sistemini günümüze uyarlamayı başaramasam bile bu tez bitirilmeyi hak ediyor.
Fakat çözebilirsem yeni tekstil tasarımları oluşturmak zor olmayacaktır.”

Osmanlı tekstilini incelerken siyaset, ekonomi ve tarihten yararlanmak gerektiğini söyleyen Orakçıoğlu, tılsımlı gömlekler üzerinde dörde yakın formül kullanıldığını tespit etmiş.

Uzun yazılar yerine rakamlar ve harfler tercih etmek sınırlı zemini verimli kullanmayı sağlıyor.
Ancak altta, gündelik hayatta pratik olma felsefesi yatıyor.

Nitekim Osmanlı döneminde tüccarların uzun cümleler yerine kelimelerin sayısal değerleriyle anlaştığı biliniyor.

Gömlekler üzerindeki geometrik desenler ve kodlanan rakamlar bir matematik dehasına da işaret ediyor.

Prof. Dr. İsmail Yakıt’ın Türk İslam Kültürü’nde Ebced Hesabı ve Tarih Düşürme (Ötüken Yayınları) adlı kitabından faydalanan Orakçıoğlu, Mimar Sinan’ın da eserlerinde ebced hesabı kullandığını hatırlatıyor.

Mehlika Orakçıoğlu sadece bir gömlek üzerinde çalışıyor.
İncelenmeyi bekleyen onlarca tılsımlı gömlek olduğu hesaba katılırsa gömleklerin dilinin çözülmesinin hayli vakit alacağı söylenebilir.

Fakat onun halihazırda çözdüğü bir figür var.
Yavuz Sultan Selim’in kaftanı üzerindeki desenleri inceleyerek ‘ellerini gökyüzüne açmış yakaran insan figürü’ne ulaşan Orakçıoğlu, yurtdışında bu kaftan üzerine üç konferans vermiş.

Sanatkârın desenler arasına ustaca gizlediği figür, kutsal hazineleri İstanbul’a taşıyan ve ilk Osmanlı Halifesi unvanını alan Yavuz’un İslamî esasların koruyucusu olduğunu simgeliyor.
Mehlika Hanım’a göre, görsel bir illüzyon halinde kimi zaman açıkça görünüp kimi zaman da desenler arasında yiten figürü doğrudan Yavuz Selim’e atfetmek de mümkün.
Çünkü taç kullanan tek Osmanlı Padişahı Yavuz Sultan Selim.
konu ile ilgilenenlere bir de Elemterefiş adlı kitabı okumlarını tavsiye ederiz.
ELEMTEREFIS
Nazara inananlara, nazara gelmekten korkanlara, taşlarda şifa arayanlara, büyüyle alakadar olanlara ama en çok da tarihe meraklılara ilaç gibi gelecek bir sergi: Anadolu'da Büyü ve İnanışlar. Elemterefiş. Yapı Kredi Kültür Merkezi, Vedat Nedim Tör Müzesi'nde 13 Haziran’da başlayan sergi, Eski Mısır'dan günümüze büyü kültürünün hangi aşamalardan geçtiğini gösteriyor. Bu enteresan serginin küratörü Ankara Dil Tarih Coğrafya Fakültesi'nden Prof. Dr. Gürbüz Erginer, editörü Ekrem Işın. Serginin tasarımında ise Ersu Pekin'in imzası var. Eski Mısır ve Mezopotamya'dan başlayarak büyü ve inanışlara ışık tutan sergide sırasıyla Hititler, antik dönem Yunan ve Roma dünyası, Ortaçağ Bizans ve Selçuklu toplumları ile Osmanlı İmparatorluğu'nda ve günümüzde Anadolu'da kullanılan çeşitli büyü tabletleri, heykelleri, nesneleri ziyaretçilere sunuluyor.
Serginin editörü Ekrem Işın "Amacımız tarih öncesinden günümüze kadar bu konudaki sürekliliği vurgulamak" diyor: "İzleyici sergide örneğin nazar boncuğunu antik çağdaki haliyle de bugün hâlâ kullanılmakta olan haliyle de görecek. İnanç sistemlerinde belli bir süreklilik var, bunu göstermek istiyoruz. Bütün bu uygarlıklar arasında büyü ve inanışlarla ilgili çok temel benzerlikler bulunuyor. Bu da insanın tabiatından kaynaklanan bir şey. Tek tanrılı dinlerden önceki dönemlerde insanoğlu, gökyüzü ile yeraltı diyebileceğimiz karanlıklar alemi arasında sıkışmış kalmış bir varlık olarak karşımıza çıkıyor. Kaderi üzerinde hakim olmak, geleceğini öğrenmek istediğinde ya da şifa amacıyla büyüsel pratiklere başvurmuş. Modern zamanlarda da insan karşılaştığı güçlükler ya da başka nedenler yüzünden bu tür yöntemlerle çare arayabiliyor. Tek tanrılı dinlerle birlikte büyü, büyücülük yasaklanmış olsa da bu inanışlar sürüyor. Bu paralelliğe dikkat çekmek başlıca amaçlarımızdan biri oldu."

Padişahların tılsımlı gömleği
Elemterefiş sergisinde görülebilecek parçalardan bazıları şöyle: Çivi heykelcikler, üzerinde büyü metinlerinin yazılı olduğu tabletler, muskalar, istihare taşları, nazara karşı kolyeler, tılsım mühürler, şifa tasları; evleri, işyerlerini ya da hayvanları kötü illetlerden korumak için kullanılan üzerlikler, maskeler... Serginin önemli parçalarından biri de Ankara Dil Tarih Coğrafya Fakültesi'nden gelen şaman modeli. Atatürk döneminde başlatılan Türk tarihi çalışmaları kapsamında Rusların hediye ettiği; normal bir insan boyutundaki, otantik giysili, davullu bu şaman izleyicilerin belli ki çok ilgisini çekecek.
Sergideki diğer objelerin bir kısmı Haluk Perk, Ferit Edgü ve Murat Morova'nın koleksiyonlarından alınmış. Topkapı Müzesi'nden gelen, padişahların giyindiği tılsımlı gömlek gibi parçalar da sergide yer alıyor.
16 Ağustos'a kadar gezilebilecek sergiyle ilgili olarak bir de katalog hazırlandı. Katalogda bilim adamlarının konuyla ilgili yazıları da bulunuyor. Prof. Dr. Metin And "Büyü, Canlılık ve Sanat", dünyaca tanınmış Hititologlardan Prof. Dr. Ahmet Ünal "Hititlerde ve Çağdaşı Anadolu Kavimlerinde Büyücülük", M. Muhtar Kutlu "Büyücü Şaman", Prof. Dr. Gürbüz Erginer "Anadolu'da Batıl İnanmalar ve Büyü" başlıklı yazılarında konuyu detaylı olarak inceliyorlar.

Nilüfer Oktay
Milliyet